Öncelikle Kızların Suskunluğu’nun öyle bahsedildiği gibi 21. Yüzyılın en iyi 100 kitabı arasında olacak kadar iyi olduğunu düşünmediğimi söylemeliyim. Seda Çıngay Mellor’ın çevirdiği kitabın Guardian tarafından böyle lanse edildiğini görünce çığır açıcı olmasını bekledim. Parmak bastığı nokta olarak böyle görünebilir ancak genel hatlarıyla düşündüğümde bende öyle bir etki bırakmadı. Yazar Pat Barker’ın kitabın bazı bölümlerinde anlatmak istediğinden uzaklaştığını düşünüyorum. Sadece anlatım olarak değil, kitabın diliyle de bunu başaramıyor. Bu da kitabı okurken sizi koparıyor ve üstünde durmak istediği konunun etkileyiciliğini azaltıyor. En azından ben öyle hissettim. Kitaba kötü demek haksızlık olur tabii ki ama abartıldığını düşünüyorum.
BANA KİTAPTAN BAHSET
Kızların Suskunluğu, İlyada Destanı’na farklı bir bakış açısı getiriyor. Yazar, Truva’daki savaşın yerine savaşın ardından bıraktığı etkiye odaklanıyor. Kitapta savaşta esir düşüp Akhilleus’un kölesi olan Briseis’in başından geçenler anlatılıyor. Olaylar ve karakterler destandakiyle birebir olmasa da genel hatlarıyla aynı diyebiliriz. Ayrıca kitap, destanın başından değil de Briseis’in destana dâhil olduğu kısımdan başlıyor.
Kızların Suskunluğu, genel olarak ana karakter Briseis’in gözünden anlatılıyor. Kalan bölümlerde de daha çok Akhilleus anlatılıyor. Tabii sonlara doğru Briseis’in anlatıldığı bölümler daha da azalıyor. Akhilleus’un yaşadıkları üçüncü kişi ağzından anlatılıyor ve benim için sorun da burada başlıyor. Anlatıcı türündeki değişimler başarılı bir şekilde yapılsa da bu değişiklik, kitabın akışını benim için bozdu. Briseis’in anlatıldığı bölümlerde hissettiklerim önemsizleştiği için bir süre sonra Briseis’in yaşadıkları da etkisini yitirmeye başladı. Kitaba başladığımda gerçekten etkileyici bir biçimde ilerlerken yavaş yavaş bu duyguyu kaybettiğim için bunları söyleyebilirim.
Bir diğer konu, sanki içindeymişsiniz gibi anlatılan bazı anlar var. Bu anlarda ana karakter Briseis’in tüm duygularını siz de hissediyorsunuz ve içinize işliyor. Ancak bu duygu Kızların Suskunluğu içinde homojen bir şekilde dağılmamış. Geri kalan yerlerde Briseis’in yaşadıkları daha çok geçiştirilmiş gibi hissettim. Bu yüzden bu etki de geçerliliğini en azından benim için kaybetti.
SAVAŞIN ÖBÜR YÜZÜ
Kızların Suskunluğu’nun asıl öne çıkan noktası savaşta esir düşen kadınların yaşadıkları. Kalan hayatınızı anne, baba veya kardeşlerinizi katleden birinin yatağında köle olarak geçireceğinizi bilmek hayal edilemez bir durum. Binlerce yıldır kadınların her dönemde farklı rollerde ve şekillerde neler çektiklerini düşündürtüyor insana. Kadınların bir eşyadan farksız görüldüğünü tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor ve bunu gerçekten hissettiriyor. Üzücü olansa, binlerce yıl geçmesine rağmen aynı düşüncede insanların hâlâ var olması.
Bu arada bahsetmek istediğim bir diğer konu da kitapta mitolojik öğeler neredeyse hiç bulunmuyor. Mitoloji severlerin bu açlığını gideren bir kitap değil. Bu kötü bir şey değil tabii. Kitabı bu amaçla merak edenler için belirtmek istedim.
SON OLARAK
Kızların Suskunluğu, güzel bir konuya sahip ve farklı bir deneyim vadediyor. Fakat genele baktığımda ise işlenişini pek de başarılı bulmadım. Çünkü anlatmak istedikleri etkileyici fakat bence bir kitap olarak bunu iyi başaramıyor. Yine de epik destana daha önce bakılmamış bir gözle bakmak istiyorsanız okumak isteyebileceğiniz bir kitap.