Skip to content Skip to footer

Aronofsky ve The Fountain

Giriş

Yazıya başlamadan önce bir uyarıda bulunmak istiyorum. Benim düşünceme göre The Fountain öznel bir film. Yani her izleyenin kendinden bir şeyler bulup, kendi kafasında öznel bir şekilde yorumlayacağı bir film. O yüzden bu yazı genel olarak filmin yapılış sürecinden ve filmi ne kadar çok sevdiğimle alakalı bir yazı olacak. Sizin The Fountain’i izlerken yaşayacağınız tecrübeyi etkileyecek bir şey belirtmemek için çok kez bu yazıyı tekrar tekrar okudum, kontrol ettim. Bir hatam olduysa lütfen kusura bakmayın. İyi okumalar.

Bu yazı herhangi bir spoiler içermemektedir.

The Fountain – 1

Başlangıç

Darren Aronofsky, Matrix’in bilim-kurgusundan çok etkileniyor ve bu türün sınırlarını merak ediyor. 3 yıllık uzun uğraşlar sonunda The Fountain’i ortaya çıkarıyor. The Fountain, 2006 yılında yapılmış, süresi 1 saat 36 dakika olan bir film. The Fountain her ne kadar ilk çıktığı dönem sevilmesede zamanla insanların beğenisini kazanan kült bir yapımdır.  Herhangi bir kitaptan uyarlama değildir. The Fountain’in yazımı, yönetimi Aronofsky tarafından yapılmıştır. Aronofsky’nin bazı meşhur eserleri:

Konu

The Fountain üç farklı hikayede sevdiği kadını kurtarmaya çalışan adamı konu alıyor. Bu hikayeler 16. yüzyılda, 21. yüzyılda ve bilinmeyen bir zamanda geçiyor. Hugh Jacman’ın oynadığı karakterin adı Tom, Rachel Weisz’in oynadığı karakterin adı ise Izzy.

The Fountain’in Çekimi

The Fountain çok zor uğraşlar sonrasında ortaya çıkıyor. Filmin senaryosu ilk önce Brad Pitt ve Cate Blanchett’e gidiyor ama iki isim de senaryoyu reddediyor. Brad Pitt kel gözükmek istemediğini bahane ediyor ama aslında sorun tabii ki de para. Çünkü Warner Bros 70 milyon dolarlık bütçeyi 35 milyon dolara indiriyor. Oysaki Aronofsky, 70 milyon doları bile az bulurken bir anda 35 milyon dolarla oyuncu kadrosu kurmak zorunda kalıyor. Aronofsky, Hugh Jackman ve daha sonrasında nişanlanacağı Rachel Weisz ile anlaşıyor. Zaten bu filmden sonra Aronofsky’de başrol kadın oyuncuya aşık olmak gelenek haline geliyor.

Aronofsky, bu filmi istediği gibi çekiyor ama bizim dertli yönetmenimizin sorunları yine bitmiyor. Bu sefer de yapımcılar “Bu film batar, gel bu filmi değiştirelim.” diyorlar. Bu durumda Aronofsky çok büyük bir kararlılık sergiliyor. Filmin görselliğini, bu kadar yüksek bütçeli olmasına, yapımcıların batar demesine aldırış etmeden sanatsal tercihler gözeterek yapıyor. Gerçekten takdir edilesi bir hareket. Sonunda Aronofsky filmini istediği gibi çıkarıyor ama maalesef yapımcılar haklı çıkıyor. The Fountain batıyor. Boxofficemojo’ya göre 35 milyon dolar bütçesi olan bu film toplamda 16 milyon dolar gelir elde ediyor.

The Fountain – 2

The Fountain Hakkında Hissettiklerim

Yazar The Fountain’i saat 00:00’da, karanlık bir odada, tek başına, BluTV’den izlemiştir.

00:00’da uyumadan önce ışık olsun diye açtığım, pek bir bekletimin olmadığı bir filmdi. Sağ olsun, The Fountain ilk saniyesinden son saniyesine kadar beni öyle bir etkiledi ki, uyumayı unuttum. İlk izlediğimde The Fountain’den gerçekten çok etkilenmiştim. Filmi izlerken kafamdan sürekli “bu film benim için tasarlanmış” diye geçirdim. Filme tam anlamıyla aşık oldum. Aronofsky, benim bir filmde aradığım tüm özellikleri The Fountain’de birleştirmiş:

  • Gizemli bir hikaye
  • Etkileyici müzik kullanımları
  • İyi görüntü yönetmenliği
  • Tatmin edici bir final

The Fountain çok yoğun bir eser. Bir buçuk saatlik, görece kısa bir film olmasına rağmen izleyene çok çeşitli duygular yaşatmayı başarıyor. Ayrıca bu yazıyı yazmak için bir kez daha izlediğimde, ilk kez izlerken fark edemediğim bir sürü detay yakaladım. Muhtemelen bir kez daha izlesem daha çok detay yakalayabilirim. Filmi izlerken kafamdaki “ölüm” algısı değişti. Ölümün daha önce hiç fark etmediğim bazı özelliklerini keşfettim.

The Fountain – 3

Sanat

The Fountain’i izledikten sonra nasıl yapıldığını araştırınca filmin sanatına hayranlığım katbekat artmıştı. The Fountain öyle güzel sanat tasarımına, müziklere ve görselliğe sahip ki eğer konuşma seslerini kısarsanız, sadece müzik ve görüntüyle bile sizi duygulardan duygulara sokabilir veya size muhteşem bir hikaye anlatabilir. Ayrıca filmi izlerken o kadar yoğun bir görselliğe maruz kalıyorsunuz ki bundan sonra izlediğiniz bir kaç film sizi normalde, görsel olarak, etkileyeceği kadar etkileyemeyebilir.

Filmin müziklerini Aronofsky’nin daha önceki filmleri olan Pi ve Requiem For a Dream’de de beraber çalıştığı Clint Mansell yapmış. Müziklerini şu anda bu yazıyı yazarken arkadan dinliyorum ve tekrar tekrar filmi izlemiş gibi hissediyorum. Aynı duyguyu aynı hayranlığı tekrar tekrar yaşıyorum. Filmin görüntüleriyle müzikleri kafamda bir bütün olmuşlar.

The Fountain – 4

Oyunculuklar

Hugh Jackman, gerçekten kendisinden hiç beklemediğim kadar iyi bir performans sergilemiş. 3 farklı hikayedeki karakteri de çok iyi canlandırıyor. Rachel Weisz, zaten kişisel olarak benim en sevdiğim kadın oyunculardan bir tanesidir. Kendisi bu filmdeki oyunculuğuyla benim kalbimdeki yerini perçinledi. Filmde bu iki başrol dışında pek bir oyuncu yok. Hatta Rachel Weisz’in rolü bile Hugh Jackman’ın rolünün yanında biraz az kalıyor.

The Fountain – 5

Sonuç

Umarım bu yazımda size The Fountain’i ne kadar sevdiğimi anlatabilmişimdir. Filmin sonunda ne anlattığını uzun uzun düşünüp, araştırıp size ne anlattığını açıklamak isterdim ama yazının başında belirttiğim gibi ben The Fountain’in öznel bir film olduğunu düşünüyorum. Bu film siz izlediğinizde ne anlıyorsanız, kafanızın içerisinde öyle kalmalı. Zaten Aronofsky de aynen bu dediğimi diyor ve bu filmin sonunda aslında ne anlatmak istediğini hiç söylemiyor.   Son olarak diyeceğim şu ki bu filmi izleyin, izlettirin, emin olun size katacak çok şeyi var.

1 Comment

  • Avatar
    Keyifler Yerinde
    Posted 25 Ağustos 2022 at 15:29

    Emekli olmama az kaldığı için yeni hobiler edinmek adına biraz araştırma yaparken sitenize rastladım. Oldukça detaylı çalışmalarınız var. Bundan sonra sitenizi takip edeceğim. Elinize sağlık…

Leave a comment

0.0/5