Skip to content Skip to footer

Dying Light 2: Stay Human İnceleme

GELİŞTİRİCİ
Techland
İNCELENEN PLATFORM
PC
DAĞITIMCI
Techland
TÜR
Açık Dünya/Aksiyon
ÇIKIŞ TARİHİ
4 Şubat 2022
Puanımız
8.1

Detaylı oynanış fragmanını E3 2019’da izlediğimiz Dying Light 2: Stay Human, 4 Şubat’ta çıktı. Ben de 40 küsür saat boyunca içerisinde bulunduğum bu evreni size spoiler’sız bir şekilde anlatmak için kalemimi elime aldım.

Açık konuşalım bu oyunu 2019’da ilk gördüğümüzde çoğumuzun aklını başından almıştı. O geliştirilmiş parkur mekanikleri, seçim sistemi, gayet sağlam duran dövüş sistemi, akabinde gelen vuruş hissi ve tabii ki göz alıcı grafikler… Techland, altından kalkamayacağı bir yüke girmiş gibi hissediyordum. Özellikle geliştirilme süreçlerinden beri, iki oyunu birbirlerine çok benzettim. Bunlar Cyberpunk 2077 ve Dying Light 2 idi. Cyberpunk 2077’nin hayal kırıklığı olması yavaş yavaş diğer oyuna karşı olan beklentilerimi de düşürüyordu. Ertelenmeler oldu, yönetim değişikleri, taciz iddiaları, senaryo değişiklikleri oldu. Aklımdan çıkmayan şey esasen Dying Light 2’nin bir RPG olmayacağıydı. Gel gör ki yapımcı firma bunun reklamını çok yanlış yapıyordu. Senin kararlarınla değişen bir şehir! Senin seçimlerinle şekillenen bir hikaye! Pek inandırıcı gelmiyorlardı tabii. Çıkışa kadar da bu düşüncelerimi kafama soktum. Güzel bir aksiyon oyunu oynayacağımız kesindi, fragmanlara bakılırsa hikayesi de ilgi çekici duruyordu ama seçim kısmından hiç umutlu değildim.

Dying Light 2 Nasıl Bir Oyun?

Zaman su gibi akıp geçti. Sonunda içinde bulunduğumuz oyun dolu Şubat ayına girdik. Bu ayın nasıl da dolu dolu geçeceği hayalini kurarken takvimler 4 Şubat’ı gösterdi. Bekleyiş sona erdi ve oyunu sonunda oynayabildik. Bu yazıyı yazarken hala oynuyorum, yan görev kovalıyorum ve kısadan hisse şu kadarını söylemek isterim ki; Dying Light 2 olmuş.

Kesinlikle beklediğimden çok daha iyi bir oyun. Ancak bunun asıl nedeni beklentiler. Biraz önce yazdığım gibi oyunun seçim kısmında çok başarılı olamayacağına kendimi inandırmıştım. Yine de verdiğim birkaç kararın gerçekten ufak tefek şeyleri değiştirmesi bile güzeldi. Yer yer cidden oturup, ne seçmeliyim diye düşündürdüğü bile oldu oyunun. “Bile” dediğime bakmayın, olması gereken bu aslında. Ancak ön yargım vardı ne yalan söyleyeyim. Böyle bir oyun için, bence bu seçim sistemi gayet yeterli. Lakin şunu belirtmem gerek, oyunu sadece bir kere bitirdim. Diğer seçimler bizi nereye götürüyor ya da hikaye gidişatını ne kadar değiştiriyor, bunu pek bilemiyorum. Ama ben yine de sağda solda karşılaştığım videolara bakınca çokta etkilediğini sanmıyorum. Daha çok kapıştığımız kişiler, gideceğimiz yerler falan değişiyor. Elbette ekstra diyaloglar da var. Bir de en ciddi etki tabii ki oyunun finalinde oluyor. Yanılmıyorsam dört tane falan farklı sonu var oyunun. Bunları yazının başında anlatıyorum çünkü oyun, seçim mekaniği yüzünden çok eleştirildi. Satın almadan önce ki “oyunun 350 lira olduğunu varsayarsak bu çok yüksek bir miktar” bunları bilmeniz çok önemli.

İlk Oyunda Neler Olmuştu?

Kısaca diyalog seçimlerinden girişi yaptım. Şimdi ana hikayeye değinip asıl incelememize başlayabiliriz. Harran’da virüsün nasıl ilerleyip insanlığı yok ettiğini ilk oyundan görmüştük. Sanırsam Dying Light: The Following DLC’sinin, nükleer ile tüm şehri yok ettiğimiz sonundan sonrasını ele alıyor ikinci oyun. Harran şehri diğer ülkelerden tamamen izole bir şekildeyken, haritadan silinmiş ve tek bir hayatta kalan bile kalmamıştır. Akabinde DAÖ (Dünya Afet Örgütü) tüm dünyadaki tesislerini kapatmış ve bu virüsle bir daha ilgilenmeyeceklerini söylemişlerdir. Ancak açgözlülükleri onları alt etmiş, virüs üzerinde araştırmalar yapmaya devam etmişlerdir. Böyle bir durumda facianın olmaması kaçınılmazdır. Virüs tabii ki kontrolden çıkmış ve laboratuvarların dışına ulaşıp tüm şehre yayılmıştır. Oyun bu bilgileri daha menüye bile girmeden önceki giriş videosunda anlatıyor. Dilerseniz aşağıdan da videoyu izleyebilirsiniz.

Aiden Adında Bir Gezginin Yolculuğuna Şahit Olun.

Arka plan kısmını böyle özet geçip Dying Light 2 hikayemize dönelim. Ana karakterimiz Aiden duvarların arkasında yaşayan, oradan oraya koşturup duran emekli bir gezgindir. Daha çok küçükken bir DAÖ laboratuvarında kardeşi Mia ile ona, virüsü çözebilmek adına korkunç deneyler yapılmıştır. Ancak Aiden’ın tek hatırladığı şey bu deneylerin başındaki isim Doktor Waltz’dur. Waltz’un hikayemizin geçtiği şehir Villedor’da olduğunu öğrenen Aiden, hem kardeşi Mia’nın hala hayatta olup olmadığını arayacağı, hem de Waltz’un çocuklar üzerinde yaptığı bu deneylerin gizemini araştıracağı uzun soluklu bir yolculuğa çıkar. Tabii, bolca sınıflaşmış ve kime güveneceğini bilmediği Villedor şehri içindeki iç meselelere karışmadan bu yolculuğu bitirmesi imkansızdır. Aiden, kimin dost kimin düşman olduğunu anlamaya çalışmanın yanı sıra insanlığını kaybetmemeye de çalışmalıdır.

Sanki bir eksiklik var…

Hikaye iyi hoş ama bahsetmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Dying Light 2 tam olarak bitmemiş… Her şey final görevinde bir anda oldu da bitti durumuna getiriliyor. Hatta çok eminim ki “geri dönülmeyen noktaya” geldiğinizde çoğunuz çok şaşıracaksınız. Final hakkında sevdiğim şeylerden biri, oyunu en mutlu sonla bitirmem oldu. Gerçekten hak ettiğim güzel bir finaldi. Diğeri ise final bölüm sonu canavarı savaşı oldu. Bu çok göreceli bu arada. Muhtemelen yazıyı okurken “Nasıl beğendin bunu?” dediğiniz de olacaktır ama… Oyun bana tam olarak istediğim savaşı verdi diyebilirim. Finale kadar gayet mutluydum bu arada. Ana hikaye bazen sıkıcı olsa da, güzel gidiyordu yine. Araya yan görev falan ekleyip devam edince sıkılmıyordum fazla.

Hazır görevlerden bahsetmeye başlamışken yan görevlere de değinelim o zaman. Artık CD Project Red, yan görev kalitesinde Witcher 3 seviyesini hayatımıza eklediği için, kıyaslamazsak olmaz. Witcher 3 kadar iyi değiller, hala oradaki görevler bir farklı güzel. Ancak ufak tefek güzel bir sürü hikaye var. Şehir zaten kocaman ve bu şehrin içinde ailevi sorunlar, polisiye hikayeler vs. arasında kaybolmak çok güzel hissettiriyor.

Oynanış Akıcı ve Eğlenceli Olmuş.

Oynanış tarafında iki temel nokta var: parkur ve dövüş. Kendilerine ait ayrı yetenek ağaçları bulunan bu iki öge aslında oynanışın tamamını oluşturuyor. Oyuna ilk başladığımızda en ufak mesafeden yere çakılan, rakiplerinden şöyle sağlam bir dayak yiyen Aiden, gelişe gelişe öyle bir noktaya geliyor ki, artık binalardan aşağı inmiyor. Savaşırken öyle bir şey oluyor ki, tekmeyle düşmanları binadan fırlatmak onu acayip tatmin etmeye başlıyor. Ciddiyim gülüyor falan arada manyak. İlk oyundaki gibi parkurlarda koştukça, dövüştükçe ve tabii ki görev, yan etkinlik yaptıkça parkur ve dövüşün seviyeleri artıyor. Böylece siz de oynanışınızı zenginleştiren yeni yetenekler kazanabiliyorsunuz.

Oyunda düşman size vurmadan önce savunma yaparsanız ufak bir savuşturup sersemletme şansınız var. Yeteneklerle bunu kaçınmalarla da sağlayabiliyorsunuz. Ya da sersemlemiş düşmanlarınızın üzerinden atlayıp arkadaki düşmana uçan tekme atmak mı istiyorsunuz? Aslında yay kullanırken ağır çekime girmek de fena fikir değil. Hatta parkur ile dövüşü birleştirip efsane görüntüler de çıkarabilirsiniz ortaya. Oynanıştaki bu özgürlük, bir de tatmin edici vuruş hissi ile taçlandırıldığında keyfinize diyecek yok.

Okuduğum yorumlarda bu karakter gelişiminin uzun sürmesi pek çok kişiyi mutsuz etmiş. Ancak unutmayın sevgili dostlar, karakter daha ilk baştan fazla şey yapabilseydi de çok abes kaçardı. Zaten oyunda seviye eşitleme yani siz seviye atladıkça tüm dünyanın seviye atlaması muhabbeti olmadığı için ister istemez deli gibi güçlü oluyorsunuz. Bu bence bir artı bu arada, kimine göre eksi olabilir. Ama ben bu durumu sevmeyen biriyim.

Parkur tarafına ise diyecek hiçbir eleştirim yok. Ben daha önce hızlı seyahati bu kadar az kullandığım başka bir oyun oynamadım. Her yere gitmek mi eğlenceli olur ya? Parkur o kadar akıcı ki, durmak bilmeden sürekli zıplayıp hoplayabiliyorsunuz. Oynanış kısmı bana göre oyunun en iyi olduğu alan.

Yeni Yeni Aletlerle Dolu Bir Macera.

İlk oyunun üstüne koydukları bir diğer nokta da yeni Gece Koşucusu aletlerimiz. Bunlardan en önemlisi fragmanlarda da gösterilen paraşüt. Bacalardan çıkan hava kabarcıkları sayesinde hem takatiniz doluyor hem de daha yukarılara çıkabiliyorsunuz. Paraşütün yanı sıra karanlık bölgelerdeki zombileri yavaşlatmak için UV el feneri ve Uncharted misali etrafta iple sallanabileceğiniz, parkura yeni bir soluk getiren tırmanma kancası mevcut.

İyi Geceler, İyi Şanslar!

Bence ilk oyuna nazaran gece döngüsü, bu oyunda çok daha başarılı işlenmiş. İlkinde dışarıda gezmek kabus gibiydi. Adım başı karşımıza çıkan Eceller bize hakikatten ecel terleri döktürüyordu. Sağlam ve koydu mu oturtan bu abiler gerçekten gece dışarıda gezmeyi kabus ediyorlardı. Dying Light 2 bu noktada çok daha insaflı. Öncelikle Eceller bina içlerinde takılıyorlar, ben dışarıda çok fazla göremedim. Ancak sokaklar bolca Çığırtkan yani sizi gördükleri an da bağırıp diğer zombileri çağıran yaratıklarla dolu. Sizi görmeleri demek Days Gone’ı aratmayacak fazlalıkta zombi sürülerinin peşinize takılması demek. Kurtulana kadar da “Kovalamaca” seviyesi artıyor ve kazandığınız deneyim puanı daha fazla oluyor tabii ki. Anlayacağınız gece gezmesi hala çok sıkıntılı ama birinciye nazaran yeme de yanında at.

Bir de vücudunuzda bulunan bir virüs nedeniyle “Bağışıklık” denen yeni bir sistemimiz var. Geceleri sadece belirli bir süre boyunca karanlıkta gezebiliyorsunuz. UV ışığın altında kalmanız gerek ki bağışıklığınız tekrar artsın. Ben engellenmeyi sevmeyen biriyim. Geceleri de rahat rahat gezeyim işte yani. Bu sisteme o yüzden kızmıştım başta. Ama oynanışa farklı bir lezzet getiriyor, böyle o süre azaldıkça geriyor sizi. Kolunuzdaki biyo-gösterge ötmeye falan da başlıyor. O yüzden daha sonradan beğendiğim, güzel bir yenilik oldu.

UV Işığı ile zombi kızartmaca.

Geceleyin Yapılacaklar Listesi

Bunun dışında sadece gece yapılacak birkaç aktivite daha var. Bu görevler geceleri ortaya çıkıyor, gündüzleri ulaşamıyorsunuz. Geneli canınızı veya takatinizi (HP, Stamina ve Bağışıklık Süresi) yükselten inhibitörleri bulmaya yönelik. En meşhur olanı DAÖ Hastanelerine girip loot yapma görevleri. Şöyle bir şey var dostlar; geceleri binaların içindeki zombilerin çoğu dışarıya çıkıyor. Yani karanlık bölge denen bu yerler zoraki şekilde gece girmesi daha kolay yerler oluyor. Dilerseniz gündüz de gelebilirsiniz bu binalara ancak ben bunu denemiş biri olarak hiç tavsiye etmiyorum. Seviye atlayıp, gelişmeniz içinse gerçekten girmeniz gerekli buralara. Hastaneler maalesef benzer tasarıma sahipler. Birbirlerini çok tekrar ediyorlar. Bir süre sonra aynı yeri sürekli oynuyormuş gibi hissediyorsunuz. Bir diğer etkinlikse DAÖ Anomalileri ile savaşmak. Daha farklı mutasyonlara uğramış bu yaratıklar birer mini-boss aslında. Onlarla savaşıp yine inhibitör ya da dövüş deneyimi kazanabiliyorsunuz.

Metro İstasyonları’nı açmak da geceleri yapabileceğiniz bir başka etkinlik. Bunlar da karanlık bölge mantığında, içeri girip elektriği açtığınız zaman birer hızlı seyahat noktası açıyorsunuz. Bir de geceleri olan özel yan görevler ve ani gelişen olaylar olduğunu da söyleyip fazla uzatmadan açık dünya aktivitelerine geçelim. Bu mekanlarda gizli gitmeyi tercih etmeniz daha yararınıza olabilir. Assassin’s Creed’lerden gelen Kartal Görüşü benzeri, düşmanları ve yağmalanacak eşyaları görebildiğiniz “Afetzede Sezgisine” sahibiz. Oyunda düşmanları işaretlememizi sağlayan dürbünümüz de var. Bir açık dünya oyunu da Ubisoft formüllerini benimsemezse şaşarız zaten.

Ne Kadar Açık ki Bu Dünya?

Far Cry’ın oyun dünyasına getirdiği en önemli şey açık ara kuleye tırmanma görevleridir. Villedor’da kule diye geçebilecek bir sürü yel değirmeni, radyo kulesi vs. var. Bunlara güç verip yeni yeni sığınaklar açabiliyoruz. Biliyorsunuz, Techland oyun çıkmadan önce yaptığı açıklama ile her şeyi toplayıp yapmanız halinde oynanış süresinin 500 saate çıkabileceğini söylemişti. Yani çokta yanılmış sayılmazlar. Harita ağzına kadar aktivite dolu. Bu tür açık dünyalarda orayı burayı gezmeyi seviyorsanız oynanış süresini gayet arttırabilirsiniz.

Dünya ise pek yaşamıyor. Bir yerde zombiler ve insanlar savaşırken diğer yanda ateş başında oturan insanları çok gördüm. Hani bari ufak bir tepki verin. Öylece kalıyorlar. Bir de fragmanlarda bahsettikleri hani şu yeni bölgeler açıp yeni yaratıklar keşfetme olayı vardı. O işte yok denecek kadar az ve çok saçma bir yere bir tanesini koymuşlar. Bunu biraz daha açıklamam spoilera girdiği için susuyorum ama Techland reklamı keşke öyle yapmasaydı.

Dostlar mı, Düşmanlar mı?

Temelde etkileşime girebileceğimiz iki tane grubumuz var. Afetzedeler diye geçen sivil halk ve Barış Muhafızları adlı, kendi içlerinde düzenleri olan askeri birliğe benzer bir topluluk. Oyunun hikayesi boyunca, iki tarafa da bağlı kalabilirsiniz ya da tek tarafa da. Haritadaki su kuleleri ve elektrik santrallerini içlerindeki ufak bulmacalar ile açıp, istediğiniz gruba atayabiliyorsunuz. Bu sayede oyunun dünyasında birkaç değişiklik görebiliyorsunuz. Barış Muhafızları, zombileri tuzağa düşürmeyi hedeflerken, Afetzedeler parkur mekaniklerinizi hız kesmeden kullanmanıza olanak tanıyor. Bunlar sokaktaki başıboş arabalara zombileri öldürmek için konmuş bombalar ya da daha fazla kayma ipi, havalandırma bacası gibi şeyler oluyor.

Tabii bir grubumuz daha var. Kasap adıyla tüm Villedor halkı tarafından korkulan Albay Williams ve onun Muhalif ordusu. Bunlar da oyundaki düşmanlarımız. Maalesef ki adım başı karşınıza çıktıkları için o cırtlak seslerine alışmanız gerek. Ana hikayeye katkıları o kadar az ki tüm oyun Albay şöyle kötü, “Kasap ya herif” falan diye kafayı yiyordu herkes. Ben de diyorum oyunun yarısı falan onunla uğraşacağım herhalde. Büyük hayal kırıklığı.

Teknik Kısımlardan Bahsetmesek Olmaz.

Ben oyunu PC’de GTX 1070 ekran kartım ile oynadım. Nvidia Geforce Experience bana Low ayarları önerse de, Medium ve High karışık bir şekilde 30 civarı FPS’le oynayabildim. DLSS ve RTX tarafına bir yorumum yok, malumunuz GTX ekran kartı kullanıcıları olarak onlardan mahrumuz. Ama DLSS’in performansa ciddi katkı sağladığını söyleyen dostlarım da oldu.

Grafikler 2022 oyunu için bence güzeller. Abartılacak yanları yok ama yine de Villedor sokakları gün ışığında ışıl ışıl iken gece verdiği korku atmosferiyle sizi gerçekten içine çekiyor. Oyunun görsellik tarafında en başarılı olduğu yerler bence kapalı alanlarda saklı. Ortamlar o kadar güzel ki… Terk edilmiş hastane odalarına, UV ışığın hafif parıldamasını gördüğünüzdeki sevince diyecek yok. Beni direkt oyunun içine çeken şeylerdi.

Yapay zeka çok zeki değil. Hele bir şeye tırmanıp sürekli onları sizin bulunduğunuz yere çıkarken tekmelerseniz ciddi ciddi oyunu kırıyorsunuz. Orataya komik görüntüler çıkıyor. Ben daha güzel saldırmalarını isterdim açıkcası. Bir savaşa girmeden taktik yapmayı, önce bir düşünmeyi seviyorum ben. Bir de daha önce ilk defa geldiğim bir mekanda “Ooo Aiden n’aber?” demeleri birazcık beni kopardı.

Hatalara gelirsek, ben bu konuda şanslıyım biraz. İç içe geçmeler, durmayan müzikler ve birkaç tutunamama dışında pek bir şeyle karşılaşmadım. Ama konsol tarafı biraz sıkıntılıymış sanırım. Dediğim gibi ben PC’de oynadım. O taraf hakkında bilgim yok.

Yaptığınız Hareketlere Uygun Müzikler Var.

Akılda kalıcı çok fazla müzik olmasa da ilk oyunun ana temasını ara ara duymak güzel bir nostalji yaşattırıyor. Ancak parkur yaparken atlamalarınıza, düşmelerinize göre değişen müziklerin olması çok güzel bir dokunuş olmuş. Bu ufak tefek detaylar sizi gerçekten oyunun içine sokuyor. Tabii bu oyunun da ana tema müziği başarılı bence de. Afetzede ve Barış Muhafızları’nın bölgelerine girince de ayrı ayrı müzikler çalıyor. Sadece dövüşürken çalan müzikler bana biraz eksik geldi. Ayrıca düşmanın görüşünden çıkmama rağmen devam ettikleri de oldu. Bu hoş değil tabii ki.

Sonuç Olarak Dying Light 2…

Yeterince uzun bir inceleme oldu zaten artık yavaştan son sözleri söylememiz gerek. Hikaye tarafında, yan görev olarak gayet şaşırtıcı şekilde iyi olan oyunumuz, ana görev tarafında koca bir potansiyeli hiç ediyor. Ana hikayeyi çok gömdüğümün farkındayım ama güzel olabilecekken neden sadece orta düzeyde kalsın ki? Bu beni daha çok üzüyor. Ama neyse ki eğlenceli oynanışı ve tabii ki parkur yanı bu oyunu daha şimdiden yılın oyunları adayı yapmaya yetecek gibi duruyor. Ben oynarken çok keyif aldım, önemli olanında bu olduğunu düşünürüm hep. Techland’e oyunu tamamen Türkçe seçeneği ile oynamamıza izin verdiği için de ayrıca çok teşekkür ediyoruz. Polonyalı firmalar bizi bir ayrı seviyorlar sanki.

Beklediğimize kesinlikle değmiş bir oyun. Birinci oyunu sevdiyseniz bunu sevmemeniz içten bile değil dostlar. Dying Light’tan sonra bu ay içinde beklediğim bir diğer oyunda Sifu idi. Sizleri, Sezer’in yazdığı Sifu incelememizi de okumanızı isterim. Başka incelemelerde tekrardan görüşmek üzere kendinize iyi bakın değerli Ludenoid takipçileri!

Dying Light 2: Stay Human İnceleme
Sonuç Olarak
Son dönemlerde çıkmış en önemli ve büyük yapımlardan biri. İlk oyunu sevdiyseniz ve kocaman dünyasında kaybolmalık bir oyun arıyorsanız, bu oyunu oynamamanız için hiçbir sebep yok.
Oynanış
9.2
Hikaye
6.3
Grafik
8.4
Atmosfer
8.8
Müzik
7.7
Okuyucu Derecelendirmesi6 Oy
8.6
Artılar
Akıcı ve eğlenceli bir oynanış sunuyor.
Yan görevleri dinlemesi ve yapması çok keyifli.
Geceleri, ilk oyuna nazaran daha çok yapılacak var.
Optimizasyon olarak gayet iyi.
Eksiler
Geliştirilme tarafındaki sıkıntılar ana hikayeye yansımış.
Seçim sistemi fragmanlarda vaat edildiği gibi değil.
Bazı yapıların iç ve dış tasarımları birbirini çok tekrar ediyor.
Yapay zeka arada saçmalıyor.
8.1

Leave a comment

0.0/5

Oynanış
Hikaye
Grafik
Atmosfer
Müzik
Toplam Puan