Skip to content Skip to footer

Half Life | Nostalji Oyun İnceleme

Half Life

Half-Life, 1998 yılında Sierra Studios tarafından yayımlanan ve Valve tarafından üretilen birinci şahıs nişancı (FPS) bilim kurgu temalı video oyunudur. Oyun, serinin ilk oyunu olmakla beraber aynı zamanda Valve’nin ürettiği ilk oyundur. Valve şirketi, Ağustos 1996’da eski Microsoft çalışanları Gabe Newell ve Mike Harrington tarafından kurulan video oyunu geliştirici ve yayımcı şirketidir. Half Life gibi bir oyun ile çıkışlarını yapan şirket, sektör ve FPS türüne getirdiği farklı bakış açısı ile oyuncular tarafından takdir toplamıştır. Sektör ve kendi türüne getirdiği farklı bakış açılarını yazının ilerleyen bölümlerinde konuşacağız. Şimdi oyun hikayesi ile ilgili biraz konuşalım.

MIT Fizik bölümü mezunu olan karakterimiz Gordon Freeman, sıradan bir iş gününde yapılan rutin bir ışınlanma deneyine katılıyor. Bu deneyde yaşanan aksaklık sonucu XEN olarak bilinen başka bir boyuttan olan gezegenden Black Mesa Araştırma Tesisi’ne portallar açılıyor. Bu geçitler dolayısıyla yaşanan patlamalarla ve tesise ışınlanan uzaylı yaratıklarla savaşarak çeşitli fizik bulmacalarını çözmeye; tesisten hem kendimizi hem de hayatta kalan kişileri kurtarmaya çalışıyoruz. Aşırı özet bir şekilde böyle ifade edileceğim Half-Life, arka planında gerçekten çok büyük hikaye bulundurmakla birlikte yaratılan evren devasa boyutta.

Oyunun yayınlandığı zamanın diğer FPS oyunlarına kıyasla öne çıkan en önemli özelliği ara sahnelerin kullanılmaması. Bunun sebebi oyuncunun kendini oyuna daha çok kaptırması, karakter ile bütünleşmesidir. Olayları sanki kendi gözümüzden deneyimliyormuşuz gibi bir hava katmaya çalışılmıştır. Gordon karakterimizin oyunda sesinin olmaması ve hiç konuşmaması da yine oyuncuların kendi deneyimleriymiş gibi bu hikayede yer almasını sağlıyor. Zamanın oyunlarına nazaran yükleme ekranlarının olmaması sayesinde oyuncu oyundan kopmuyor, ekrana gelen küçük bir ‘’loading’’ yazısı ile bizleri ekran başından ayırmadan akıcılığı sağlıyor. Oyun tempo olarak da güzel dizayn edilmiş. Asla durmuyor ve akıcılığı sağlıyor. Oyun motorunun gücüyle, gerçekten ustalıkla tasarlanan bulmacalar sayesinde kendinizi bitmek bilmeyen aksiyon içerisinde buluyorsunuz. Oyunu tek oturuşta bitirmek istiyor; oynadıktan sonra da tekrar tekrar farklı silah ve yollarla denemek istiyorsunuz. Oyunun şüphesiz bir diğer dikkat çekici özelliklerden birisi de harika atmosferi. Korku oyunu olmasa da gerçekten ilerlerken kendinizi bir süre sonra kaptırıp sağdan soldan fırlayan headcrab sesiyle çığlık atarken bulabiliyorsunuz. Öyle güzel bölüm tasarımları var ki kendinizi oyun içerisinde her şey üstünüze üstünüze geliyormuş ya da sıka sıka ilerliyormuş gibi değil de sanki kurtulmaya çalışan, hayatta kalmış kalabalık insan toplulukları arasında sıradan bir kişi gibi hissediyorsunuz. İşte burada akıl ve strateji unsuru devreye giriyor.

FPS Türü İçin Önemli Bir Örnek,

90’lı yılların FPS Türü için tam bir yükseliş çağı olması dolayısıyla sektördeki firmaların arzları artmaktaydı. Half-Life diğer oyunlara nazaran koskoca bir tesisin içerisindeki karanlık odalardan geçerek sınırlı cephanemiz ile hayatımızı korumaya ve o tesisten çıkmaya çalıştığımız keşif hissi yüksek bir oyundu.

Belirli sayıda silah taşımak yerine oyunda yer alan tüm silahları envanterimizde tutmak gerçekten görülmemiş bir şeydi ancak önceden dediğim gibi, mermileri olduğu sürece. Silah çeşitliliği de gerçekten tatmin edici. Kendi kendine dolmayan sağlık çubuğumuz ile gerginlik seviyesini daha da tırmandırıyor ve düşmanlara yaklaşım şeklimizi şekillendiriyordu. Kaotik olan oyun dizaynı ile birlikte en ufak hareketiniz ölüm ile cezalandırılabiliyordu ve farklı stratejileri denemek zorunda kalabiliyordunuz. Kullanılan quicksave ile hıza dayalı olarak takıldığımız yerleri farklı silah ve stratejiler ile seri bir şekilde oynatıyordu bizlere. Düşmanların üzerine boşaltılan birçok mermiyi sabit olarak sıkmak yerine sağa sola zıplayarak hareketli bir şekilde alacağımız hasarı azaltmaya çalışmak gerçekten çok keyifli ve oyuncuyu sıkmayan bir şeydi.

Oyunu oynadığım ilk zamanları hatırlıyorum da gerçekten farklı bir deneyimdi diyebilirim. Hem biz oyuncular hem de oyun sektörü için gerçekten yeni bir çağ başlattığını düşünüyorum. Düşünsenize; 90’lı yıllarda doğan kişiler arasından ‘’Half-Life’’ ile tanışmayan, internet kafelerde saatlerce oynamayan kişi sayısı gerçekten çok az. Bu oyunun modlarından birisi olan Counter-Strike, şu an dünyada oynanan en yaygın rekabetçi FPS oyunlarından birisi. Ne demek istediğimi umarım anlatabilmişimdir.

Hikaye

Oyunun açılış sekansıyla birlikte bir trende gözümüzü açıyoruz. İşe geç kaldığımız ve o gün gerçekten önemli bir deneyin yapılacağı çevredeki kişiler tarafından bizlere söyleniyor. HEV Suit (Tehlikeli Madde Kıyafeti) giyerek hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra deney odasına varıyoruz. Fakat bizlerin bilmediği şey yapılacak olan bu deneyde kullanılacak örnek maddenin laboratuvarın şu zamana dek gördüğü en özel ve en değişken madde olacağıdır. Sonrasında yaşanan patlama ve açılan portallar ile Black Mesa Tesisinden dışarıya çıkma maceramız başlamaktadır. Kesilen iletişim ağı dolayısıyla kimseden yardım istenmediği için Freeman’ın asıl görevi tesisten çıkarak yardım istemek ve içeride olan biten hakkında yetkililere haber vermektir. Freeman yüzeye yaklaştıkça askerlerin geldiğini görür ancak askerler onlara yardım etmeye değil; oradaki her şeyi yok etmek ve ortada herhangi bir delil bırakmamak için gelmiştir. Askerler, tesise hava saldırısı yapmaya başladıkları sırada Freeman yeraltı su kanallarını kullanarak Lambda Kompleksine ulaşır. Freeman, Lambda Kompleksinde bulunan kazadan önce toplanan örneklerin bilim insanları tarafından daha önce yapılan bir portaldan Xen’e geçerek alındığını da burada öğrenmiştir. Bilim insanlarıyla tanıştıktan sonra ekip, Freeman’a portalı kapatma çabalarının sürekli sonuçsuz kaldığını söyler. Bunun sebebinin ise portalın diğer ucundan, yani Xen gezegeninden bir gücün ekibe karşı koyduğunu ve sürekli olarak portalı açık tuttuğunu belirtirler.

Ardından bilim adamları kendi portallarını çalıştırarak Freeman’ı oraya göndermeyi teklif eder ve oradaki portalı açık tutan şeyin ne olduğunu bulmasını, ardından yok etmesini ister. Freeman, Xen’e vardıktan sonra kendisinden önce orada olan tesis çalışanlarının cesetleri ile karşılaşır. İlerlemesine devam ederken Gonarch adında tüm headcraplerin anası olarak bilinen, kendinden kat kat büyük bir yaratık ile mücadeleye girer. Uzun süren uğraşların ardından Gonarch’ı alt eder ve ilerlemeye devam eder. Büyük portalı sonunda bularak içeriye giren Freeman, telepatik güçleri olan kocaman bir Nihilanth ile karşı karşıya gelir. Burada mücadele ederken öncelik olarak bir bulmaca çözmek ve ardından Nihilanth ile savaşmak zorunda kalır. Savaş bittikten sonra öğrenir ki Nihilanth aslında bir düşman değil, kendisi zihinsel olarak köle olmuş bir canlıdır. Nihilanth, dünyaya açılan portallardan geçen tüm uzaylılardan sorumludur bir nevi onların komutanıdır. Ancak kendisi de kukladır ve kim tarafından yönetildiğini bizlere şu cümleleriyle açıklar;

‘’Their slaves… we are their slaves… we are…’’

‘’You are man… He is not man… For you he waits… For you…’’

Gözlerini açan Gordon Freeman, karşısında takım elbiseli, elinde evrak çantası olan birisi ile karşılaşır. Sürekli olarak zamanda atlamalar yaratarak mekan değiştiren ikilimiz kısa bir sohbete tutuşur: ‘’Orada gerçekten iyi iş çıkardınız etkilendim Bay Freeman. Bu yüzden hizmetlerinizi işverenlerime önerdim ve sınırsız potansiyeliniz olduğu için size bir iş teklifi yapmam için bana yetki verdiler. Ya bize katılırsın ya da sana kazanma şansının dahi olmadığı bir savaş veririm Bay Freeman.”.

Ardından Freeman ölmemek için kendisini takım elbiseli adamın açtığı bir portala yönlendirir ve bir sonraki görevine kadar kozmik uykuya dalarak uyanmayı bekler…

Oyunun Başardığı Şey Ne?

Kendini tekrara uğratmayan ve oyuncuyu gerçekten kendine çeken bir yapım. Oynarken keyif aldığınızı hissediyorsunuz ve oyundan kopmak istemiyorsunuz. Oyun çıkışı üzerinden 20 seneyi aşan bir süre geçse de kendisini o kadar güzel korumuş ki. Geçenlerde tekrar oynadığım zaman neredeyse sorunsuz bir şekilde bitirdim. Yarattığı atmosfer ile birlikte bizlere seslendirme veya belge okumalı bir hikaye değil de çevresel olarak bir hikaye anlatıyor. Kısaca özet geçmek gerekirse “anlatma, göster” diyor bu teknik. Ancak yardım konusunda oyunumuz biraz pasif kalıyor. Ne yapmanız, ne taraftan gitmeniz gerektiğini kendiniz bulmanız ve deneme yanılma yöntemi ile defalarca tekrarlamanız gerekiyor. Bu bazı oyuncular için keyifli olsa da azımsanmayacak bir kesim için sıkıcı olabiliyor.

Toparlamak Gerekirse,

Ben Half-Life ile gerçekten duygusal bağa sahibim. Kendisini oynadığım ilk oyun olarak hatırladığım ve çocukken nefesim kesilircesine başında çığlıklar atarak saatler geçirdiğim için başka bir yere koyuyorum. Dünya çapında gerek hikayesi gerek oynanışı ile oyun sektörünün belki de en sevilen ve bilinen oyunudur. İnternet cafelerde odalar kurup saatlerce oynamaktan ziyade yanlışlıkla girdiğim trenli bölümün oyunun hikayesi olduğunu keşfettiğim andan itibaren sanki kendimi hep bambaşka bir evrenin içerisinde hissettim. Half-Life, kurduğu evren, yarattığı arka plan hikayesi ile benim favori oyunlarım arasındadır. Tamamlanmayan hikayesi, açıklanmayan karakterleri ile kasvetini korumaya devam etmektedir. Oyunla ilgili bir video ya da fotoğraf gördüğüm an sanki kendimi oyunu ilk kez oynarken hissettiğim şeyleri tekrar hissediyorken buluyorum. Son zamanlarda çıkan çoğu oyunun beceremediği bir durum. Bunu da nostalji hissine bağlıyor ve çocukluğumu hatırladığım için yaşıyor olabilirim ama olsun. Ruha sahip eserlere hasret kaldığımız şu dönemlerde gerçekten tekrar dönüp bakılması gereken bir oyun Half-Life.

Okuduğunuz için teşekkürler! Bir sonraki yazıda görüşmek üzere,

Wake up Mr. Freeman. Wake Up!

Leave a comment

0.0/5